NÜBÜVVETİN HAKİKATİ VE BÜTÜN İNSANLARIN ONA MUHTAÇ OLMASI

Şu bilinmelidir ki, insan dünyaya ilk geldiğinde, bilgisiz, Allahu Teala’nın yarattığı bütün âlemlerden habersiz olarak yaratılmıştır. Âlemler çoktur. Sayılarını Allahu Teala’dan başka kimse bilmez. Nitekim, Kur’anı Kerimde [Müddesir süresi 31 . ayetinde] mealen: “Allah'ın ordularının sayısını O'ndan başka kimse bilmez.” buyurdu. İnsan, idraki sayesinde âlemden haberdar olur. İdraklerden her biri de, insan onunla bir âlemi anlasın diye yaratılmıştır. Âlemlerden maksadımız, varlıkların çeşitleridir. İnsanda en önce dokunma duyusu yaratılır. Bu duyu ile soğuğu, sıcağı, nemi, kuruyu, yumuşağı, katıyı ve benzerlerini idrak eder. Bu duyu, renkleri ve sesleri kat’iyyen anlayamaz. Bunlar, dokunma duyusuna göre yok demektir. Sonra insanda görme duyusu yaratılır. Bununla da renkleri, şekilleri anlar. Görme duyusuna ait âlem, duyu ile anlaşılabilen âlemlerin en genişidir. Daha sonra insanda, işitme duyusu yaratılır. Bununla sesleri, na’meleri işitir. Nihayet insanda zevk, tatma duyusu yaratılır. Böylece duyu âleminin idrak vasıtaları olan duyu organları tamamlanır. Yedi yaşına yaklaştığı zaman, temyiz gücü, ya’ni nesneleri birbirinden ayırma gücü yaratılır. Bu çağ, insan varlığının başka bir duruma girdiği çağdır. İnsan bu çağda, duyu organlarıyla anlaşılamayan şeyleri de anlar. İnsan, daha sonra başka bir duruma yükselir. Kendisinde akI yaratılır. İnsan akıl ile, lüzumlu, mümkün ve imkânsız olanları ayırır. Akıl, temyiz ve his kuvvetlerinin, duyu organlarının anlayamadığı şeyleri anlar.

Allahu Teala ba’zı seçtiği kullarında, akıldan sonra, başka bir kuvvet daha yaratır. Bununla, aklın bilemediği, bulamadığı şeyler ve ilerde olacak şeyler anlaşılır. Buna nübüvvet ya’ni Peygamberlik kuvveti denir. Temyiz kuvveti, akI ile anlaşılan şeyleri anlayamadığı için, bunlara inanmıyor. Akıl da, Peygamberlik kuvveti ile anlaşılan şeyleri anlayamadığı için, bunların var olduklarına inanmıyor, inkâr ediyor. Anlamadığını inkâr etmek, anlamamanın, bilmemenin ifadesi oluyor. Bunun gibi kör olarak dünyaya gelen kimse, renkleri, şekilleri hiç işitmese bunları bilmez. Varlıklarına inanmaz. Allahu Teala, nübüvvet kuvvetinin de bulunduğunu kullarına bildirmek için, bu kuvvetin benzeri olarak, insanlarda rü’yayı yarattı. İnsan ilerde olacak şeyi, açıkça veya âlem-i misaldeki şekli ile ba’zı rü’yada görmektedir. Rü’yayı bilmeyen birine, insan ölü gibi baygın hale gelip, düşünce ve bütün hisleri gidince, aklın ermediği gayba ait şeyleri görüyor denilse inanmaz. Böyle şeyin olamayacağını ispata kalkışarak, insan etrafını his kuvvetleri ile anlıyor. Bu kuvvetler bozulursa, bir şey idrak edemiyor. Hele hiç işlemedikleri, fa’al olmadıkları zaman hiçbir şeyi anlayamaz der. Böyle bozuk mantık yürütür. Akıl ile bilinen şeyleri his kuvvetleri anlayamadıkları gibi, nübüvvet kuvveti ile bilinen şeyleri akI anlayamıyor.

Peygamberlik kuvvetinin bulunduğunda şüphesi olanlar, bunun mümkün olmasında veya mümkün ise de, vaki’ olmasında şüphe ediyorlar. Bunun mevcut ve vaki’ olması, mümkün olduğunu göstermektedir. Bunun mevcut olduğunu da, Peygamberlerin aklın ermediği bilgileri haber vermeleri göstermektedir. Akıl ile, hesap ile, tecrübe ile anlaşılamayan bu bilgiler, ancak Allahu Teala’nın ilham etmesi ile, ya’ni Peygamberlik kuvveti ile anlaşılmıştır. Peygamberlik kuvvetinin bundan başka özellikleri de vardır. Bir özelliğin benzeri olan rü’ya, insanlarda bulunduğu için, biz de, misal olarak bunu bildirdik. Başka özellikleri, tasavvuf yolunda çalışanlarda zevk yolu ile hâsıl olur.

Peygamberde bulunup, sende bulunmayan bir özelliği asla anlayamazsın. Anlayamayınca, onu nasıl tasdik edebilirsin? Çünki tasdik, anladıktan sonra mümkündür. O özellik sende tasavvuf yolunun başlangıcında hâsıl olur. Hâsıl olan bu özelliğin miktarı nispetinde bir çeşit zevke kavuşursun. Bu zevke kıyas ederek, benzeri sende hâsıl olmamış halleri tasdik edersin. İşte tek başına bu özellik, nübüvvete iman etmen için sana kâfidir.

Bir şahsın Peygamber olup olmadığında şüphesi olan kimse, onun yaşayışını görmeli veya yaşayışını bildiren haberleri, insafla incelemelidir. Tıp veya fıkıh ilmini iyi bilen kimse, tıp veya fıkıh âliminin hayatını bildiren haberleri incelemekle onun hakkında ma’lumat sahibi olur. Mesela, imam-ı Şafi’inin fıkıh âlimi veya Calinos'un tabip olup olmadığını anlamak için, bu ilimleri iyi öğrenmek, sonra bunların bu ilimler üzerindeki kitaplarını incelemek lazımdır. Bunun gibi, Peygamberlik üzerinde ma’lumat edinen ve sonra Kur’anı Kerimi ve hadis-i şerifleri inceleyen kimse, Muhammed aleyhisselamın Peygamber olduğunu ve Peygamberlik derecelerinin en üstünde bulunduğunu iyi anlar. Hele Onun sözlerinin kalbi temizlemekte olan te’sirlerini öğrenince ve hele Onun bildirdiklerini yaparak kendi kalp gözü açılınca, Onun Peygamber olduğuna imanı, yakin halini alır. Onun, (Bildiklerine uygun hareket edene, Allahu Teala bilmediklerini bildirir.) ve (Zalime yardım eden, ondan zarar görür.) ve (Sabahları, yalnız Allahu Teala’nın rızasını kazanmağı düşünen kimseyi, Allahu Teala, dünya ve ahiret arzularına kavuşturur.) hadis-i şeriflerinin doğru olduğunu bin, iki bin, hatta binlerce def’a tecrübe edersen, sende kesin bir ilim hâsıl olur. Böylece ilmin ve imanın kuvvetlenir. Nübüvvet hakkında yakin elde etmek ve imanın zevki, ya’ni görmüş gibi olması, tasavvuf yolunda çalışmakla olur. Bu yolda ilerlemeğe gayret et. Yoksa değneğin ejderha olması, ayın ikiye bölünmesi mu’cizelerine bakmak kâfi gelmez. Sadece bu mu’cizelere bakıp da, sayılamayacak kadar çok olan alametleri göz önünde tutmazsan, bu mu’cizeleri sihir ve hayal sayarsın. Ba’zı kimseleri dalalete, ba’zı kimseleri de hidayete kavuşduran Allahu Teala tarafından bir nev’i ibtila, dalalete düşürme zan edersin. Çünki, Allahu Teala [Kur’anı Kerimde, Fatır süresi, 8. ayetinde] mealen, (Allah, dilediği kimseyi dalalete, dilediğini de hidayete erdirir.) buyurdu.

Mu’cizelerle alakalı olarak sana ba’zı sualler sorulabilir. O zaman, mu’cizenin nübüvvete işaret ettiği hususundaki inancının dayanağı sadece çok düzgün ve te’sirli sözlerden ibaret kalırsa, bunun tersini iddi’ eden birisinin, daha te’sirli sözleri ile şüpheye düşebilirsin. Böylece, imanın sarsılır. Mu’cizeler, senin nazarında Peygamberliği bildiren birçok delillerden biri olsun. Böylece, sende, Peygamberlik hakkında sadece bir delile değil, pek çok delile dayanan ve reddi mümkün olmayan kesin ilim, iman hâsıl olur. Mesela, bir kimseye yalan söylemeleri mümkün olmayan bir cema’at, bir şey söylediğinde, o kimsede kesin bir ilim hâsıl olur. Fakat o kimse, sadece belli bir şahsın bildirmesiyle kesin ilmi, bilgiyi elde edemez. Gerçi ona hâsıl olan bu yakin, ya’ni kesin inanma, bunu haber veren cema’atin dışında olamayacağı gibi, ayrı ayrı fertleri de belli değildir. İşte, kuvvetli ve ilme dayanan iman budur.

Zevkle, tadarak elde edilen iman ise, gözle görmek, elle tutmak gibidir. Bu ise, sadece tasavvuf yolunda ele geçer. Nübüvvetin hakikatine dair verdiğimiz bu ma’lumat, maksadımızı anlatmağa kâfidir. Bu mes’eleleri açıklamaya neden ihtiyaç olduğunu ileride beyan edeceğim.